Türk siyasetinin köşe taşlarından Bülent Ecevit hakkında çok şey söylendi.
Geçtiğimiz günlerde 17. ölüm yıldönümü geride kalan Ecevit’le ilgili “Hayat Dalgalar Gibi Üzerimizden Geçecek – Bülent Ecevit’ten Tunç Yalman’a Mektuplar” isimli yeni bir kitap çıkıyor.
Ercan Yavuz, Alper Çeker’in yayıma hazırladığı kitap için K24.com’da bir inceleme yazısı kaleme aldı.
Yavuz, yazısında, önümüzdeki günlerde yayımlanacak kitap için “Ecevit hakkında artık yazılacak ne olabilir ki?” derken kitabı bir solukta gözyaşlarıyla okuduğunu paylaştı.
Ercan Yavuz’un “Mektuplarının dilinden ‘Karaoğlan” başlıklı yazısı şöyle:
Türk siyasetinin ‘Karaoğlan’ı Bülent Ecevit hakkında onlarca kitap, araştırma, inceleme, doktora tezi hazırlandı. Yeni nesiller onu siyasi kimliği ve en çok da ‘Kıbrıs Fatihi’ olarak tanısa da, gerçek mesleği gazetecilikti. Bu kimliğinin üstüne yazarlık ve şairlik vasıflarını eklediğinde ise siyaset sahnesindeki yerini çoktan almıştı. Siyasi görüş ve düşüncelerini içeren 15 kitabın yazarıydı aynı zamanda. Üstelik bu kitaplardan ikisi şiir kitabıydı. Bir Şeyler Olacak Yarın ve El Ele Büyüttük Sevgiyi Ecevit’in ruh dünyasının dışavurumu ve benim başucu kitaplarımdandı.
Yıllar içinde Değerli Fikret Bila’nın Phoenix: Ecevit’in Yeniden Doğuşu, Mehmet Çetingüleç ağabeyimin Rahşanve Ecevit’in Anıları, Süleyman Kurt’un Bülent Ecevit ve naçizane bendenizin Yumruksuz Sol: DSP kitapları Ecevit’in siyaset sahnesindeki günlerinde kaleme alınmış, geriye dönük araştırma, inceleme kitaplarıydı. Bu değerli ve anlamlı kitapların pek çoğu da rahmetli Ecevit’in sağlığında kaleme alınmıştı.
Tam da “Ecevit hakkında artık yazılacak ne olabilir ki?” diye düşündüğüm sırada değerli Mehmet Çapkan aradı. Alper Çeker’in Hayat Dalgalar Gibi Üstümüzden Geçecek kitabından bahsetti. Kitap Ecevit’in Robert Kolej günlerindeki yakın arkadaşı, dert ortağı Tunç Yalman’a Ankara’dan yazdığı mektuplardan oluşuyordu. Büyük bir heyecanla henüz yayına çıkmamış kitaba daldım. Bir solukta okurken bu değerli eseri, tek mola anlarım gözyaşlarımı sildiğim saniyeler oldu. Kitabı bitirdiğimde, siyaset muhabirliğine Ecevit’le başlamış ve 15 yıldan fazla bir süre Ecevit’i yakından tanıma şerefine nail olmuş gazeteci olarak yazar Alper Çeker’i tebrik ve takdir etmekten başka bir his geçmiyordu içimden. Beni çıkardığı bu kısa ve anlamlı yolculuk için kendisine şükranlarımı sunuyorum.
Hiçbir muhatabıyla ceketini iliklemeden görüşmeyen o zarif, mütevazı ‘devlet adamı’nın gençlik yıllarına yolculuk yaptım bu kitapta. Ciddiyet ve samimiyet dengesini mükemmel bir şekilde uyumlaştırmış Rahmetli Ecevit’in gençlik yıllarına odaklanmış kitapta, Alman Şair Rainer Maria Rilke’nin Genç Bir Şaire Mektuplar’ına da rastladım. Ki kendisi de bazı mektuplarında Rilke’ye yer ayırmış zaten. Aklımdan “Genç bir şairden mektuplar” adının bu kitaba ne kadar yakışacağına dair düşünceler geçti. Sonra “Hayat Dalgalar Gibi Üstümüzden Geçecek” sözünün tam da Ecevit’in yalın ve öz Türkçe diline çok yakıştığına kanaat getirdim.
Türk siyasetinin en vefalı, en çilekeş aşkıdır Bülent-Rahşan Ecevit aşkı. 30 yıllık bir gazeteci olarak hiçbir siyasetçi görmedim ki, eşine hayatının her aşamasında âşık kalabilmiş; aşkını yaşatabilmiş olsun. Ama onlar ölünceye kadar birbirine sevdalıydı. Bu büyük aşkın nasıl başladığına dair izlere de Tunç Yalman’a yazdığı destansı mektuplarda rastladım. Henüz Rahşan’ına kavuşamamış genç Ecevit’in “Ben Rahşan’la dolmuş gibi bir haldeyim; beni sevmişler bana ne? Sevgilerinin karşısında ben yokum ki!” satırları genç Ecevit’in İstanbul’dan ayrılıp Ankara’da onun hasretiyle yanıp tutuştuğu günlere rastlıyor. Yaşarken ikisi de bu evreyi biraz çekinerek üstün körü geçerlerdi. Yüzleri kızarırdı, terbiyeleri sebebiyle…
Büyük aşkının evine ilk gidişi, onu göremeden ayrılışına dair burukluğu, Aral ailesinin kızlarının Bülent Ecevit’le nişanlanmasına izin vermesi üzerine ayaklarının yerden kesilişine dair öylesine samimi satırlar var ki bu kitapta, duygulanmadan edemiyor insan:
“Rahşan ailesi ile konuşmuş; ‘Nasıl istersen kızım,’ demişler, ‘vaziyeti müsait olunca evlenirsiniz’. Gelgelelim, benimle rastlaşacak diye artık Seraplara bile göndermiyorlar, yalnız başına yahut arkadaşları ile, sokağa bile bırakmıyorlar. Mamafih ‘Bu benim mutaassıplığıma ceza’ diyorum. Şimdi canım tuhaf bir şey yazmak istedi; hem o kadar istedi ki ne tuhaf olursa olsun yazacağım: ‘Ben Rahşan’ı seviyorum…”
Bülent Ecevit, siyaset hayatında tek bir yalan bile söyleme ihtiyacı duymamış biriydi. Bazı şeyleri eksik söylemiş olabilir ama asla yalan söylemezdi. Söylenmesi gereken uygun zamanı beklerdi, o kadar. Sadece bir keresinde Ankara Ulucanlar Cezaevi’nde tutukluluğu sırasında iyi olmadığı halde, eşine, Rahşan’ına ‘iyiyim’ diye mektup yazmış olduğuna bile pişmanlık duyardı. Ecevit’in dürüstlüğünün, samimiyetinin, mütevazılığının, ince ruh halinin izdüşümleriyle dolu mektuplar var kitapta. Çocukça ve coşku dolu halleri var kimi satırlarında.
Kendisini tanıma şerefine nail olduğum süre içinde “Kahretsin”, “lanet olsun” vb. sözcükleri bile ağzına almamaya özen gösteren; belki de hayatında hiç küfür etmemiş Ecevit’in Tunç Yalman’a yazdığı mektuplarda “küfürürüm…” kelimelerini kullanması da ayrı bir naiflik bence. Ağız dolusu küfürler ve hakaretler savuran siyasetçileri düşününce, eskilerin ne kadar naif olduklarını daha iyi anlıyor insan. Hele seviyeli esprileri bambaşka bir güzellik katmış mektuplarına.
İstanbul’da doğmuş, büyümüş pek az şair ve edebiyatçı Ankara’yı sevebilmiştir. Kitapta Ecevit’in soğuk Ankara ayazı yüzünden nasıl şiir yazamaz hale geldiğine tanık olurken, CHP lideri olduktan sonra Ankara’ya yerleşme süreci geldi gözümün önüne. Çok zorlandığını söylerdi her zaman. Platon’un “İnsan doğası gereği politik bir hayvandır” tanımlamasının dışında kalabilmek için, sadece insan kalabilmek için çok uğraş vermişti kendisi.
Siyasi rakiplerinin hakir görmek için “lise mezunu” olarak gördüğü Bülent Ecevit’in nasıl bir birikime sahip olduğunu da bu kitapta bulacaksınız. Değme üniversite mezunlarını cebinden çıkaracak birikiminin nereden geldiğine tanık olacaksınız. Daha fazla ayrıntıya girmek istemem. Ki bu esere saygısızlık olur.
Yazar Alper Çeker’e bu nadir eseri tarihe not düştüğü için şükranlarımı sunuyorum. Emeği geçen herkese teşekkür ediyorum. İyi okumalar dileğiyle…